22 Mayıs 2014 Perşembe

Maceraya İlk Adım "Çakıl Yaylası"

Tarih 10 eylül 2011...
İçimizde daha önce hiç tatmadığımız bir duygu var. Uçmayı yeni öğrenen kuşlar gibi deneyimsiz, heyecanlı bir o kadarda azimliyiz. Bugün, Gürhan ile kendi Everestimize tırmanacağız. Gürhan ve ben hala-dayı çocuklarıyız. Bazı anlaşmazlıklarımız olsa da bir arada olduğumuzda içimizde koşulsuz bir coşku hali oluyor.
       Bunaltıcı yaz sıcağında fındık toplarken hayalini kurduğumuz o gün geldi, çattı. Çocukluğumun geçtiği, her bir kınalı taşın üstünde dağların bulutlara teslim oluşunu sayısız kez seyrettiğim, her metrekaresinde bir iz, bir anı bıraktığım yaylama bu kez kendi alın terimizle gideceğiz.  
Ne kadar yolumuz var?
Hangi yoldan gideceğiz?
Denizden kaç metre yükseleceğiz?
Lastiğimiz patlarsa ne yaparız?
Hava durumu nasıl olacak? 
Nasıl yiyecekler götürmeliyiz? 
Kondisyonumuz yeterli mi?
Kaç saatte ulaşabiliriz?
Ulaşabilir miyiz?
Bu soruların cevapları bizde yok. Sadece cesaretimiz var ve bu yola çıkmak için yeterli. Soruların cevaplarını yolda öğreniriz nasıl olsa!
     Yol için yanımıza donmuş 2 bütün tavuk, ekmek, domates ve salatalık alıyoruz. Ayrıca yolda piknik yapılacak güzel çayırlar ile karşılaşmayı umuyoruz. Sabah namazını kılıp annelerimize "pikniğe gidiyoruz" diyip yola çıkıyoruz. Yalan söylemedik ki piknikte yapacağız!

Sağda solda oyalanırken, saat 08:30 sularında çelik yığını bisikletlerimize atlayıp sadece başlangıç noktasını bildiğimiz yola koyuluyoruz. Hemen bir yokuş hoş geldin diyor ve macera burada başlıyor. 
  
  İlerledikçe yaylamızın yolunu arabayla geldiğimiz onca seferden daha iyi tanıyoruz. . .



        İnişlerini, çıkışlarını, virajlarını hissediyor; yolun bize anlatmaya çalıştıklarını daha iyi kavrıyoruz.  

 Yolu bilmiyoruz, ve her yol ayrımında bu sefer ne tarafa? diyoruz içimizden .




     İnatçı eşek gibi gitmeyen bisikletlerimizle yokuşlarda bir hayli zorlanıyoruz. 

   Saat 11:00 oluyor, o beklediğimiz çayırlar bir türlü gelmiyor. Bizde acıkıyoruz ve yol kenarında ilk bulduğumuz bir kaç metrekare çimene seriliyoruz. Tavuk çevirme yapmak için ateş yakıyoruz. Fakat ateş sönüyor. Tekrar yakıyoruz, tekrar sönüyor ve biz yaktıkça o sönmekte kararlı. Yakındaki bir evden çıra alıyoruz. Kurunun yanında yaşta yanar kanunu burada işlemiyor. Ateş, tavuğun buzunu çözmekten başka işe yaramadı. Saatler geçiyor ve biz aç kalıyoruz. Haliyle sinirler geriliyor ve yol arkadaşım Gürhan'ın tavuğun bacağından tutmasıyla fındık bahçesine fırlatması bir oluyor.
    Birbirimize söylenerek yola devam ediyoruz. İki saat kaybettik. Bitik piller gibiyiz. Bekleyince şarj oluyor, pedala bastığımız anda tükeniyoruz.  Hava bulutlu; yağmak üzere. Tek yiyeceğimiz olan domates, salatalık ve biraz ekmeği kardeş payı yapıp bitmek bilmeyen yola devam ediyoruz. 

Saat 17:05
Köy bakkalından aldığımız üç tane 10 lu paket halleyin iki tanesini saniyeler içinde yutup kalanını çantaya atıyoruz.
 İki saatlik gün ışığımız kaldı. Hava kasvetli ve oldukça karanlık. Yol eğimi can alıcı. Islanıp ağırlaşan kıyafetlerle artık yokuş çıkamaz olduk. Bizde her bitik bisikletçi gibi elimizde bisiklet yürüyoruz. Yağmur hızını arttırıyor. Fakat bizdeki Karadeniz inadı tüm olumsuzluklara rağmen devam etmemizi sağlıyor. Telefonda annelerimiz bizi azarlarken bile! Stres seviyesi yüksek. Birbirimize kızıp duruyoruz. 
Saat 18:00
          Yağmur, bardaktan boşanırcasına yağıyor.
Piknikte olduğumuz yalanını daha fazla sürdüremeyip anneme yayla yolunda olduğumuzu, az bir yolumuz kaldığını ve içini rahat tutmasını söyledim. Ama ne çare? Henüz yaylaya ulaşıp Gürhan'ın dede ve babaannesine sürpriz yapma planımızdan vazgeçmedik. Halam Gürhan'ı arıyor;
"Dedeni arayacağım, sizi yayladan inip alsın" diye ısrar ediyor. 
 Saat 19:00
       Bir vadiye iniyoruz. Lastiğim patladı ve hava karardı. Yağmur ve soğuk iliklerimize kadar işledi, sis çöktü. Daha kötüsü biz hangi yöne gideceğimizi bilmiyoruz. Yardım istediğimiz köy yerlisi ise bizi terörist sandığı için olsa gerek kapısını açmıyor. Başka çaremiz olmadığından Gürhan'ın dedesi Yaşar amcayı bekliyoruz. Yağmur suları yolun yarıklarından akıp birleşerek küçük çaplı seller oluşturuyor. 
Yaşar amca 1975 model Ford kamyonetindeki teknik soruna rağmen kurtarıcımız oluyor. Farların aydınlattığı sisli yayla yolunu bir sağa bir sola dönerek tırmanırken ben yorgunluktan uyukluyorum, Gürhan ise  soğuktan titriyor. Bir fırçada Yaşar amcadan yemeyi beklerken Allah razı olsun o; "Helal olsun size! Biz onu yapma bunu yapma diyerek çocuklarımızı korkak yetiştirdik, görüyorum ki siz öyle değilsiniz" diyor.
Eve gidince ıslak kıyafetlerimizi kuzinenin etrafına serip, sıcak bir duş alınca macera burada sonlanıyor.
    Başarısızlıkla sonuçlanan bu geziyi kaleme almamdaki amaç; tecrübenin kolay  kazanılmadığını, yaş değil yaşanmışlıklarla elde edildiğini göstermekti. Bugün biz sadece bisikletle nasıl dağa çıkılır öğrenmedik. Hayata dair bir çok tecrübe edindik. Dağlar bizi acımasızca sınav ederken her şeye hazırlıklı olmayı ve beklenmeyeni beklemek gerektiğini asla unutmayacağımız şekilde deneyimledik...
Ertesi gün...

                                                                                                                                        


                                                                                                                                 FATİH TORAMAN